Minimalizm yani Türkçe karşılığı ‘sadecilik’ yıllardan beri meraklısı olduğum bir akım. Her şeyden o kadar çok var ki… Sokağa çıktığımda, alışveriş merkezine gittiğimde… Aynı şeyin türlü türlü benzerini görmekten sıkılmış olacağım ki üniversitede tüm projelerimi minimalizm çerçevesinde tasarladım. Korkunç bir sektör var. Tüket! Al! Tüket! Al! Yaratmaktan söz eden pek yok… Üzücü gerçek… Geri dönüştürmekten söz edenler neyse ki son yıllarda biraz arttı da umudum yeşermeye devam ediyor… Hatta en yenilerden bir tanesi de ‘sıfır atık’. !Oh bee!’ dedim umursayan insanlarımız var!
2000’li yıllarda ‘more is more’ (daha fazlası) akımıyla, özellikle moda sektörüyle bağlantılı olduğum için oradan gireceğim konuya, tak takıştır ve en yenisini al olayı başladı. Artık sezonluk tasarımlar diye bir şey kalmadı. Ünlü bir mağazaya gittiğinizde aynı anda hem bikini hem mont görebiliyorsunuz. Bunun biraz da anlamı karşıt iklimde tatile çıkanları eli boş çıkartmamak… Peki onlar bu numaraları yapadursunlar, biz ne yapacağız? Gerçekten daha fazla eşyaya sahip olmak sana ne katıyor?
Değişen sistemi olduğu gibi kabul etmek bazen çok da yararlı bir şey değil. Gözümüzün açık olması gerek. Starbucks yokken kahve içemiyor muyduk? ‘Aman tanrım asla kahvesiz uyanamıyorum…’ Ya hadi ordan canım benim! Böyle yaşayan insanlardan laflarımı pek sakınmam çünkü mesele kahve değil. Yaşam tarzı. Senin uyanamamanın sebebi de kahvesizlik değil. Ben de Starbucks’tan kahve içerdim… İçerdim evet, ta ki ’balkabaklı latte’sinin içinde balkabağının olmadığını, hatta soya sütüyle dahi istesem yine de vegan olmadığını öğreninceye kadar. Ayrılık acı oldu…
Onun yerine gerçekten lezzetini sevdiğim kahve çekirdeklerinden alıp evde yapmaya başladım. Zaten kahveyi de azalttığım için sorun teşkil etmiyor. Starbucks hayal kırıklığımı atlattım…
Çok önceleri okuduğum bir makalede Londra’da kadının biri yılda 22bin pound biriktirmiş, minimalist yaşamaya başlayarak. Yani bu akım sırf yeni kıyafet almakla, dışarda yiyip içmekle ya da çok eşyaya sahip olmakla ilgili değil ayrıca gereksiz harcama yapmayı da önceliyi bir akım. (Linki aşağıda bırakıyorum.)
Bir düşünün bakalım yeni bir şey alırken ona gerçekten ihtiyacınız olduğu için mi alıyorsunuz yoksa sırf gözünüze hitap etti, hoşunuza gitti diye mi? Mesela yeni bir kıyafet, sırf deseni hoş diye yeni bir nevresim takımı, süs eşyası, okumayacağınız bir kitap… Bir şeyi alırken belli kriterlerinizin olması sizi birçok fazlalıktan kurtarır. Hatta bu insan ilişkileri için de geçerli. Yeni insanlar hayatımıza her gün girebilirler öyle bir zamanda yaşıyoruz artık. Peki onlarla arkadaş olacağınızı neye göre seçiyorsunuz? Arkadaş seçerken bir kriteriniz var ama nevresim seçerken sınırınız yoksa orada bir hata vardır. Beyler tamam çoğunuz nevresim takımı almıyor olabilirsiniz belki sizin için de babamda gördüğüm bir örnek söyleyeyim; güneş gözlüğü… Gerçekten 4-5 tane neden baba?
‘Büyümekte olan dünya’ diyorlar ama bana ‘küçülmekte olan’ gibi geliyor açıkçası… Evinizde rahatça hareket edemedikten sonra o kadar eşyanın ne manası var? Size iyi gelmediğini düşündüğünüz insanlarla arkadaş olmak size ne katar?
Siz bunları düşünmeye başlayın hatta bana yazın kendi düşüncelerinizi. Merakla beklerken ben de bu hafta ‘sadecilik’ ile ilgili paylaşacağım postları hazırlamaya başlayayım…
Nefes alın, hala umut var! :)
Yılda 22bin pound biriktiren kadının makalesi;
https://www.telegraph.co.uk/women/life/buy-nothing-year-one-woman-saved-22000/
Comments